alpagut.org sitesinin yapım ve tüm yayın masrafları 2005 yılından bu yana Mustafa SUNA(DALLI MUSTAFA) tarafından karşılanmaktadır. alpagut.org adı Mustafa SUNA adına tescillidir..>
İMAM-HATİPLİ"NİN SAATİ: Geçen yılın ardından, akan günlerini yine bir ramazan ayı şereflendirmişti. Kaçıncı ramazandı bu; acı-tatlı hatıralarla geçirdiği? Dönüp, geçen yıllarına bir baktı: ilk okul beşte başlamıştı oruca; ekim ayının son haftalarıydı hatırladığı kadarıyla; günlerin, yaz mevsimine göre nispeten kısa ve serin geçtiği bir ay. Kimse O’nu oruç tutmağa zorlamamıştı. Kendiliğinden gelişen bir duyguydu bu. Belki de, Annesinin ocak başında mangalda pişirdiği sahur yemekleri, heyecanla atılmasını beklediği imsak ve iftar topları, kışın uzun gecelerinde sabah namazı öncesi okunan mukabelelere evin büyüklerinin heyecanlı gidişleri, akşam iftar vakti yaklaştığında, cami avlusunda toplanıp iftarlıklarını birbiriyle paylaşan cemaatle birlikte tutmadıkları oruçlarını açıp; iftar coşkusuna katılmaları Onda bir oruç bilinci oluşturmuştu. Aklı ermeye başladığı andan itibaren, ramazan aylarında yaşadıklarının, bilinç altında oluşturduğu oruç sevdasıydı bu. Sanki O, on iki yaşlarında, ramazan ayı geldiğinde, on bir aydır özlemle beklediği sevgilisiyle buluşuyor gibiydi..İftar topu atıldığında, gündüzden hazırladıkları kandil fenerleri, arkadaşlarıyla birlikte, aynı anda, minare şerefesinin dört bir yanına asacaklar; sonra hızla inip, getirdikleri iftarlıklarla oruçlarını açacaklardı…Gözleri daldı gitti… Bu yıl, otuz beşinci kez ziyaretine geliyordu sevgili ramazan ayı.. Uzun günlerde, kısa günlerde, sıcak-soğuk günlerde; yılların her gününde, oruç tutma zevkini tattırmıştı ayların sultanı O’na.. Otuz üç yılda bir yılın her gününe uğrayan ramazan, otuz beş yılda uğramadığı hiçbir gününü bırakmamıştı, unutulmaz hatıralarla birlikte..Bazı hatıraları hafızasında öyle derin izler bırakmıştı ki! Bu hatıralar, hayatının devam eden sürecinde oluşan hayat disiplininde, asla taviz vermediği ölçülerinin oluşmasını sağlamıştı.. O; her davranışında, herkesin doğru çizgiyi elde etmek için kullandığı, ölçü aldığı bir cetvel gibi olmalı; asla istikametten ayrılmamalıydı. Cetveller, doğru çizgi arayanların ümidiydi çünkü..Toplumda bazı insanlar vardır ki; onların hata yapma lüksleri yoktur. Zira, onlar doğrulduğunda toplum doğrulur; onlar yanlış yaptıklarında, toplum da yanlış yapar. Onlar toplum önderleridir, her davranışı ölçü alınan insanlardır. Belki toplum, kendinden ziyade, işte bu örnek aldığı insanların kırılganlığından korkar. Cetvellerin yamulması, kırılması, toplumların; iyiye, güzele, doğruya doğru yönelmesi ümitlerinin bitmesi demektir…İlkokul yıllarında, okul bitiminden sonra, köy dışında tahsile devam edebilmek ne kadar zordu! Ya, babalarının maddi durumları yerinde olup ta ilçe veya şehirde ev tutma imkanı olanlar; veya iki aşamalı olarak yapılan Devlet Parasız Yatılı imtihanlarını kazanıp, parasız yatılı olmayı hak edebilenler tahsillerine devam edebilirlerdi.İlk okulun son sınıfında girdiği parasız yatılı imtihanı sonucunda, öğretmeninin yaptığı tercihle, adını belki ilk kez duyduğu bir okul kazanmıştı: Artık O, bir İmam-Hatipliydi..Yıllar yılları kovalıyor; bu ara, ramazan ayı da son baharın kısa günlerinden, yaz mevsiminin uzun günlerine doğru yol alıyordu…Kendisini büyüten yıllarını geçirdiği Yurt binasının merdivenlerini çıkarken, günde hemen-hemen birkaç defa okuduğu ve duvara nakşedilmiş bir Hz. Muhammed sözüydü bu: “İki zümre vardır ki, onlar düzeldiğinde bütün toplum düzelir; bozulduklarında da bütün toplum bozulur. İşte onlar, alimler ( bilginler) ile amirler(yöneticiler)dir.”İmam-Hatip Okulunun son sınıfına geçtiği yıldı. Ramazan ayı, sıcakların kasıp-kavurduğu, yılın en uzun günlerinin yaşandığı yaz aylarına gelmişti. Köyün iş şartları gereği, yapılması gerekenler yapılacak, ekilmesi gerekenler ekilecek, dikilecek..! Ertelemek ne mümkün? İnsanlar, sabah serinliğinde, öğleye varmadan işlerini bitirirler ve öğle namazını takiben istirahata çekilirler, ikindi ezanıyla cami yolunu tutup, namazdan sonra okunan ve yaz mevsimlerinde ikindi vaktine alınan mukabeleyi dinlerlerdi..Yine böyle bir gün de, yakıcı esen lodos kuruyan dudakları iyice kurutmaktadır. Acı haber tez yayılır: Köyün ormanının belli bir bölümü cayır-cayır yanmaktadır. İkindi vakti; köyde vasıta adına ne varsa doluşulur ve ormanın yolu tutulur. İnsanlar; kuruyan dudaklarını, oruçlu olduklarını sanki unutmuşlardır bile. Önde, ormanı iyi tanıyan kılavuzların eşliğinde, elinde baltalarıyla yangının yayılmasını engelleyecek kanal açanlar, kesilen ağaçları temizleyenler, zemini süpürerek, üzerinde yanacak madde bırakmayanlar, yorulanlarla yer değiştirenler, dalgınları uyaranlar…! Bir yandan yanan ormanın yaydığı sıcaklık; diğer yandan esen yakıcı rüzgar…! Nihayet yangın kontrol altına alınmıştır. Bu hengâmede, kendilerini yangınla mücadeleye kaptıran köylüler, güneşin dağları aştığını ve iftar vaktinin yaklaştığını fark etmemişlerdir bile. Yamaçlardan, yavaş-yavaş, oruçlarını suyuyla açacakları aşağıdaki dereye doğru süzülürler. Dakikalar geçmek bilmemektedir.İçiver suyu işte!!Seni engelleyen ne?O iman yok mu? “Allâh için; yemeden, içmeden kesilmek, nefsine gem vurmak!!.” Yüce Allâh buyuruyor: “Oruç Benim içindir…”Gözü saatinde; dakikaları saymakta. Ayaklarının altından şırıltıyla akan dere…. Bir ara, başını dere boyunca dizilmiş köylülerine çevirir. (?)Hayret ! Köylüleri kendisini izlemektedir. İftar vakti, kendi saatlerine göre geldiği halde; ilk defa O’nun, suyla orucunu açmasını beklemektedirler..! Onca köylü, kollarındaki saatlerinden çok, bir İmam-Hatiplinin saatine güvenmektedirler.Okulunu bitirdikten sonra alacağı görevi sırasında, saatinin istikametinde, insanlara okuyacağı ezanlarla; imsak ve iftar vakitlerini, namaz vakitlerini duyuracaktı; Okuyacağı ezanlarla, insanlar bir zaman diliminden, diğer bir zaman dilimine geçeceklerdi. Saatinin hata payını göz önüne alarak, üç dakika iftarı geciktirdi. Ya saati yanlışsa; kendini izleyenlerin de orucunu riske atarsa?Orucunu açtığında, sanki tüm köylülerinin kendisine gülümsediğini fark etti. Aslında, köylüleri O’na iyi bir ders vermişlerdi.! Bu ara köy heyetinin köyden getirdiği yiyecekler de yangın yerine ulaşmıştı.Uzun yıllar sonra, bunları düşünürken, Allâh Rasûlü’nün; “Saçlarımı ağarttı.” Dediği âyet meali dudaklarından döküldü: “Emrolunduğun gibi dos-doğru ol!”Yalnızca kendisi değil; saati bile güven verecek İmam-Hatipliler yetiştirmeye çalışmakla geçen yılları saçlarını ağartmıştı…!Mustafa SUNA
Geçen yılın ardından, akan günlerini yine bir ramazan ayı şereflendirmişti. Kaçıncı ramazandı bu; acı-tatlı hatıralarla geçirdiği? Dönüp, geçen yıllarına bir baktı: ilk okul beşte başlamıştı oruca; ekim ayının son haftalarıydı hatırladığı kadarıyla; günlerin, yaz mevsimine göre nispeten kısa ve serin geçtiği bir ay. Kimse O’nu oruç tutmağa zorlamamıştı.
Kendiliğinden gelişen bir duyguydu bu. Belki de, Annesinin ocak başında mangalda pişirdiği sahur yemekleri, heyecanla atılmasını beklediği imsak ve iftar topları, kışın uzun gecelerinde sabah namazı öncesi okunan mukabelelere evin büyüklerinin heyecanlı gidişleri, akşam iftar vakti yaklaştığında, cami avlusunda toplanıp iftarlıklarını birbiriyle paylaşan cemaatle birlikte tutmadıkları oruçlarını açıp; iftar coşkusuna katılmaları Onda bir oruç bilinci oluşturmuştu. Aklı ermeye başladığı andan itibaren, ramazan aylarında yaşadıklarının, bilinç altında oluşturduğu oruç sevdasıydı bu. Sanki O, on iki yaşlarında, ramazan ayı geldiğinde, on bir aydır özlemle beklediği sevgilisiyle buluşuyor gibiydi..İftar topu atıldığında, gündüzden hazırladıkları kandil fenerleri, arkadaşlarıyla birlikte, aynı anda, minare şerefesinin dört bir yanına asacaklar; sonra hızla inip, getirdikleri iftarlıklarla oruçlarını açacaklardı…Gözleri daldı gitti… Bu yıl, otuz beşinci kez ziyaretine geliyordu sevgili ramazan ayı.. Uzun günlerde, kısa günlerde, sıcak-soğuk günlerde; yılların her gününde, oruç tutma zevkini tattırmıştı ayların sultanı O’na.. Otuz üç yılda bir yılın her gününe uğrayan ramazan, otuz beş yılda uğramadığı hiçbir gününü bırakmamıştı, unutulmaz hatıralarla birlikte..Bazı hatıraları hafızasında öyle derin izler bırakmıştı ki! Bu hatıralar, hayatının devam eden sürecinde oluşan hayat disiplininde, asla taviz vermediği ölçülerinin oluşmasını sağlamıştı.. O; her davranışında, herkesin doğru çizgiyi elde etmek için kullandığı, ölçü aldığı bir cetvel gibi olmalı; asla istikametten ayrılmamalıydı. Cetveller, doğru çizgi arayanların ümidiydi çünkü..Toplumda bazı insanlar vardır ki; onların hata yapma lüksleri yoktur. Zira, onlar doğrulduğunda toplum doğrulur; onlar yanlış yaptıklarında, toplum da yanlış yapar. Onlar toplum önderleridir, her davranışı ölçü alınan insanlardır. Belki toplum, kendinden ziyade, işte bu örnek aldığı insanların kırılganlığından korkar. Cetvellerin yamulması, kırılması, toplumların; iyiye, güzele, doğruya doğru yönelmesi ümitlerinin bitmesi demektir…İlkokul yıllarında, okul bitiminden sonra, köy dışında tahsile devam edebilmek ne kadar zordu! Ya, babalarının maddi durumları yerinde olup ta ilçe veya şehirde ev tutma imkanı olanlar; veya iki aşamalı olarak yapılan Devlet Parasız Yatılı imtihanlarını kazanıp, parasız yatılı olmayı hak edebilenler tahsillerine devam edebilirlerdi.İlk okulun son sınıfında girdiği parasız yatılı imtihanı sonucunda, öğretmeninin yaptığı tercihle, adını belki ilk kez duyduğu bir okul kazanmıştı: Artık O, bir İmam-Hatipliydi..Yıllar yılları kovalıyor; bu ara, ramazan ayı da son baharın kısa günlerinden, yaz mevsiminin uzun günlerine doğru yol alıyordu…Kendisini büyüten yıllarını geçirdiği Yurt binasının merdivenlerini çıkarken, günde hemen-hemen birkaç defa okuduğu ve duvara nakşedilmiş bir Hz. Muhammed sözüydü bu: “İki zümre vardır ki, onlar düzeldiğinde bütün toplum düzelir; bozulduklarında da bütün toplum bozulur. İşte onlar, alimler ( bilginler) ile amirler(yöneticiler)dir.”İmam-Hatip Okulunun son sınıfına geçtiği yıldı. Ramazan ayı, sıcakların kasıp-kavurduğu, yılın en uzun günlerinin yaşandığı yaz aylarına gelmişti. Köyün iş şartları gereği, yapılması gerekenler yapılacak, ekilmesi gerekenler ekilecek, dikilecek..! Ertelemek ne mümkün? İnsanlar, sabah serinliğinde, öğleye varmadan işlerini bitirirler ve öğle namazını takiben istirahata çekilirler, ikindi ezanıyla cami yolunu tutup, namazdan sonra okunan ve yaz mevsimlerinde ikindi vaktine alınan mukabeleyi dinlerlerdi..Yine böyle bir gün de, yakıcı esen lodos kuruyan dudakları iyice kurutmaktadır. Acı haber tez yayılır: Köyün ormanının belli bir bölümü cayır-cayır yanmaktadır. İkindi vakti; köyde vasıta adına ne varsa doluşulur ve ormanın yolu tutulur. İnsanlar; kuruyan dudaklarını, oruçlu olduklarını sanki unutmuşlardır bile. Önde, ormanı iyi tanıyan kılavuzların eşliğinde, elinde baltalarıyla yangının yayılmasını engelleyecek kanal açanlar, kesilen ağaçları temizleyenler, zemini süpürerek, üzerinde yanacak madde bırakmayanlar, yorulanlarla yer değiştirenler, dalgınları uyaranlar…! Bir yandan yanan ormanın yaydığı sıcaklık; diğer yandan esen yakıcı rüzgar…! Nihayet yangın kontrol altına alınmıştır. Bu hengâmede, kendilerini yangınla mücadeleye kaptıran köylüler, güneşin dağları aştığını ve iftar vaktinin yaklaştığını fark etmemişlerdir bile. Yamaçlardan, yavaş-yavaş, oruçlarını suyuyla açacakları aşağıdaki dereye doğru süzülürler. Dakikalar geçmek bilmemektedir.İçiver suyu işte!!Seni engelleyen ne?O iman yok mu? “Allâh için; yemeden, içmeden kesilmek, nefsine gem vurmak!!.” Yüce Allâh buyuruyor: “Oruç Benim içindir…”Gözü saatinde; dakikaları saymakta. Ayaklarının altından şırıltıyla akan dere…. Bir ara, başını dere boyunca dizilmiş köylülerine çevirir. (?)Hayret ! Köylüleri kendisini izlemektedir. İftar vakti, kendi saatlerine göre geldiği halde; ilk defa O’nun, suyla orucunu açmasını beklemektedirler..! Onca köylü, kollarındaki saatlerinden çok, bir İmam-Hatiplinin saatine güvenmektedirler.Okulunu bitirdikten sonra alacağı görevi sırasında, saatinin istikametinde, insanlara okuyacağı ezanlarla; imsak ve iftar vakitlerini, namaz vakitlerini duyuracaktı; Okuyacağı ezanlarla, insanlar bir zaman diliminden, diğer bir zaman dilimine geçeceklerdi. Saatinin hata payını göz önüne alarak, üç dakika iftarı geciktirdi. Ya saati yanlışsa; kendini izleyenlerin de orucunu riske atarsa?Orucunu açtığında, sanki tüm köylülerinin kendisine gülümsediğini fark etti. Aslında, köylüleri O’na iyi bir ders vermişlerdi.! Bu ara köy heyetinin köyden getirdiği yiyecekler de yangın yerine ulaşmıştı.Uzun yıllar sonra, bunları düşünürken, Allâh Rasûlü’nün; “Saçlarımı ağarttı.” Dediği âyet meali dudaklarından döküldü: “Emrolunduğun gibi dos-doğru ol!”Yalnızca kendisi değil; saati bile güven verecek İmam-Hatipliler yetiştirmeye çalışmakla geçen yılları saçlarını ağartmıştı…!Mustafa SUNA